bupolitikbiryazıdeğildir

Ben, iki kollu, iki bacaklı, iki gözlü, iki kulaklı, içinde bulunduğum dünya üzerindeki en zeki varlık olduğunu düşünen (sanan) insan ırkının bir bireyiyim ve ben şu genç yaşımda üstümde baskı olarak hissettiğim, belki de kaldırmayı henüz erken gördüğüm birçok zor durumlara tabi tutuluyorum. Nedir bu durumlar? Açıklayacağım.

Öncelikle mezun olmaya çalıştığım, içinde bulunduğum okulun hal ve tavırlarından hiç haz etmediğim, fakat verdiğim onca yılın sonunda bir şeyler yaratmaya çabaladığım eğitim sürecindeyim. Üzerinde çalıştığım bölümümden bir hayli memnun ve istekli olsam da ve her ne kadar şevkimi kıran, hoca diye tabir ettiğimiz (bazı, hepsi değil tabi ki) insanlardan sıkıldıysam da olumlu yönlerini düşünmeye çalışıyorum. Nedense o olumlu yönler bir türlü hayatımın gidişatına ‘olumlu’ yönde bir etki veremiyor. Aşk hayatıma şöyle bir bakıyorum; insanlardan o kadar sıkılmışım ki kimseye yanaşamıyorum. İş hayatıma bakıyorum; nereye yön vermem gerektiğine henüz karar verebilmiş değilim. Arkadaş çevreme bakıyorum, hiç kimsenin ne bir şeyle alakası var ne de yaşadığımız baskılar umurunda. Şu şartlar altında mutlu veya huzurlu yaşamaya çalışmak çok zor diyorum kendime, ama kendi psikolojimi ayakta tutmak da sadece benim başarabileceğim bir şey.

Okulda bir hocam var ve kendisini tanıdığım çoğu kimse hiç ama hiç sevmez. Her ne kadar o hocanın aslında mükemmel bir kadın ve bilgi kaynağı olduğunu, kişiliğini hoca-öğrenci ilişkisi arasına koymamaları gerektiğini anlatmaya çalışsam da haklılar diyorum bazen, ama olmuyor, ki bölümden başka bir hoca ile bizzat aynı durumu yaşıyorum. Okyanus gibi bir bilgiye sahip bu adam bir türlü kendisine duyduğum saygı kadar sevgimi de kazanamıyor. Ama benimle o hoca arasında şöyle bir durum var. Bu sorun yaşadığım hocayla hiçbir yakınlığım, bir sohbetim, dert paylaşmışlığım, bir yardım almışlığım yok. Neden diye soracak olursanız, buna kendisi izin dahi vermiyor. Ama okuldaki arkadaş çevremce nefret edilen bu kadın beni evine bile davet etmiş, benimle oturup bir kahve içmiş, derdimi-sıkıntımı dinlemiş ve hiçbir şekilde “siz” demekten vazgeçmemiş bir kadın. Şimdi bu kadını yakından tanıdığım için bunları rahatça söylüyorum ve diyebiliyorum ki arkadaşlarıma, “O kadının kıymetini bilin.” Sorun yaşadığım okyanus bilgili adama o kadar çok saygı duyuyorum ki, içtenlikle odasına her girmeye kalktığımda ya da herhangi bir yerde bir soru sormamda bile beni iteleyebiliyorsa, zorlamamam gerektiğini düşünüyorum.

Bu iki hocama içimde sahip olduğum bütün saygı ve sevgimi sunuyorum. Sahip olduğunuz hazineyle beni siz güzelleştirdiniz. Her şey bir yana, iyi ki bizim hocalarımız oldunuz. İyi ki varsınız, hep olun. Uzun ömürlü yaşayın. Ama geçenlerde vapurda karşılaştığım yaşlı, yorgun, ama dünya tatlısı hocama da uzun ömürler diliyorum. Siz de iyi ki varsınız Hristo hocam.

Asıl sadede gelmek istiyorum. Dünyada olan biten benim biraz değil, fazlasıyla umurumda ve hem beynimi yoran hem de ruhen çöküntüye uğratan üzücü durumlar söz konusu. Size siyasi bir yazı yazmıyorum şu an. Bir insan yaratığı olarak ve sahip olduğum vicdanımın sesiyle yazıyorum bu söyleyeceklerimi. İstersen kapat bu sayfayı, ama birazcık da olsa vicdana sahipsen, dünyaya sırtını dönme. Benim bu yazdıklarım bir vatandaşın şikayeti değil, yaşayan bir canlının sitemidir.

Neler mi oluyor?

  • Suriye’deki söz konusu vahşi savaştan kaçan ve yeni hayatlar kurmaya çalışan milyonlarca mülteci var ve bizi birbirimizden ayıran, bu insanlara yardım etmek ve kucak açmak mı ya da orada kalıp vatanlarını korumak ve savunmak adına savaşmalarını istemek mi doğru diye tartışmak.
  • Üzerinde yaşadığımız topraklardaki ‘hükümet’ diye kalıplaştırdığımız bir topluluğun bizlere yaşattığı bir takım acı tarihçesi ve yaşadığımız onca acıya rağmen nasıl hala onları ayakta tutabiliyor olmamız.
  • Benimle aynı uzuvlara ve organlara sahip insanların aynı uzuvlara ve organlara sahip insanlara yaşattığı ölümcül çıkar ilişkileri ve aslında yasak kelime olan ‘katliamlar’.
  • Bilim ve eğitim barınağı olarak dillendirdiğimiz üniversite adındaki yapı topluluğundaki, para vererek eğitim almaya çalışan öğrencilerin yaka paça, sürüklenerek, darp edilerek, sırf afiş astığı için gözaltına alınarak düşünce özgürlüğünden uzaklaştırma çabalarının var oluşu ve kimi grupları destekleyen, kimi grupları köstekleyen devlet güçlerinin bu bilim barınağında artık fazlasıyla, sözde kendilerine göre ‘haklı sebeplerle’ yer edinmeleri.
  • Ötekileştirdiğimiz ve Kürt diye adlandırdığımız o toplumun gerek sosyal medya, gerek ana akım medya tarafından bizlere düşman ilan edilmesi.
  • Herkesin sahip olduğu mükemmel organ beynin, bazılarınca ihtiyacı kadar geliştirilmesi ve bu bir yere kadar geliştirdiğimiz organın sadece istediğimiz şeylere inanması, görmesi ve istediğimiz şekilde anlaması.

Bu saydığım maddeler uzun yıllardan beri var ve bizzat yaşıyoruz kendilerini. Bir türlü diyemiyor insanoğlu, “Artık yetmez mi?”.

Çok sevdiğim bir ezoterizm ustası yazar var, önceki yazılarımda bahsetmiştim galiba. Adı Manly P. Hall. Bir kitabında dikkatimi çeken cümlesi ise tam da şu anı anlatıyor aslında:

İnsan, insan olmanın ne demek olduğunu araştırmak demektir.

Haksız da değil.

Hatta bugünkü sınavımda şöyle bir cümleyle de karşılaştım:

Qui timens vivet, liber non erit umquam.

(Kim korkarak yaşıyorsa, asla özgür olmayacak.)

Bu son cümle aslında bütün bu yazdıklarımı anlatıyor. Aslında bir Suriyeli korktuğu için oradan kaçmıyor, korkmadığı için ölümü göze alıp başka bir toprakta, başka bir yaşam istiyor. Aslında bir üniversite öğrencisi korkmadığı için afiş asmaya devam ediyor. Aslında artık Kürt için yasaklar birer hiçten ibaret ve korkmadığı için, hiçbir zaman mücadelesini bırakmıyor ve korkmadığı için kovulmak istendiği mahallelerini terk etmiyor.

 

Bizi birbirimize bağlayan aşkımız olmalı, vicdanımız, yüreğimiz, doğamız, komşuluğumuz ya da mektuplarımız.

Tekrar ediyorum, bu politik bir yazı değildir, vicdanımın sitemidir.

Sevgi ve dayanışmayla…

Leave a comment